Çocuğun kendine güvenmesini sağlamak ana-babanın elinde

confidence

Dr. Nilgün Avunduk-Öcal

Öz değer, özgüven, psikolojide en önemli temel konseptlerden biri. Bu kavram, kişilerin yaşamları boyunca oluşturdukları her tip ilişkinin niteliğini, dolayısıyla kişinin mutlu, huzurlu, ve tatminkar bir yaşam sürebilmesini belirleyen temel etkenlerin en başında geliyor. İnsan psikolojisinde çok önemli olan birçok diğer faktör gibi, öz değerin sağlıklı veya sağlıksız durumda olmasının nedenlerinin çocuklukta yattığı biliniyor. Ayrıntıya geçmeden önce öz değer nedir, öz değeri sağlıklı yani yüksek olan kişi kendini nasıl hisseder kısaca ondan söz edelim.

Öz değeri yüksek olan kişi kendini iyi hisseder. Bu iyilik hali kişinin kendi özünü, öz benliğini iyi olarak algılamasından kaynaklanır. Başka bir deyişle, kişi kendi özünü/benliğini ancak ve ancak iyi olarak algıladığı zaman, kendini huzurlu, çevresinin ve yaşadığı toplumun değerli, saygıdeğer bir ferdi olarak görür ve doğal olarak ona göre davranır. Dünyaya gelen her kişinin doğuştan sahip olduğu potansiyeline ulaşması, onu son zerresine kadar kullanarak yaşamında doyuma kavuşması işte bu öz benliğini algılama şekli ile doğrudan ilgilidir. Peki bu derece önemli bir psikolojik faktör olan öz benlik nasıl oluşur? Nasıl sağlıklı veya sağlıksız hale gelir? Bunun için ilk bebeklik zamanına dönmemiz gerekiyor.

Bebekler dünyaya geldikleri vakit kendilerini dünyanın, daha doğrusu annelerinin bir uzantısı olarak görürler, kendilerini ayrı bir varlık olarak algılayamazlar. Öz benlikleri zamanla oluşur, ancak bir buçuk-iki yaşında kendilerinin başkalarından, özellikle anneden ayrı bir varlık olduklarının farkına varırlar. Bu yeni farkına varılan öz benliğin niteliği tamamen çocuğun ana babasına veya ona bakan en yakın kişinin çocuğa sunacağı, ona tutacağı aynanın tipine bağlıdır. Amerikalı psikolog-teorisyen Heinz Kohut, çocuğun gelişmekte olan benliği üzerinde ana babanın en önemli fonksiyonunun çocuğa ayna tutmak olduğunu belirtiyor. Ayna tutmak deyimi çocuğa (a) hayranlık gösterme, (b) onu anlamak/empati, ve (c) onu onaylama gibi üç ayrı kavramı içeriyor. Bunları biraz ayrıntılı ele alalım.

Hayranlık Göstermek

fridge-pantryHayranlık, bebekler ve küçük çocukların yaşamlarında önemli yeri olan bir kavram. Şöyle ki, bebekler ilk önceleri hiç çaba harcamadan, doğal olarak çevrelerinde hayranlık uyandırırlar. Örneğin, büyükler bebeğin yanına gelip ona gülümserler, kucaklarına alıp sevgi dolu sözcükler söylerler. Yani bebekler hiç bir şey yapmadan, sadece var oldukları için etraflarında ilgi ve hayranlık uyandırırlar. Bebeğin mama masasında püreyi ağızı yerine saçlarına götürüp bulaştırması bile onu temizleyecek olan anneye sevimli gelebilir. Bebekler büyüdükçe hayranlık uyandırma yetenekleri kazanırlar ve nasıl hayranlık uyandıracaklarını öğrenmeye başlarlar. İki veya üç aylıkken gelişen sosyal gülücük buna iyi bir örnektir. Doğuşta sadece bir refleksten ibaret olan bu gülücük, daha sonra bebek tarafından keşfedilir, bebek bu “silahının” farkına varıp, yanına gelen kişilere, onların hayranlıklarını uyandırmak üzere bolca gülümser. Bebek büyüdükçe bu hayranlık uyandırma repertuarı da diğer becerilerle birlikte gelişir. Örneğin oyuncak kamyonunu çalıştırdığı vakit çocuk heyecanla babasına “Baba bak!” diye, veya boyadığı kağıdı annesine gösterip “Anne bak ne yaptım!” diye sevinç ve gururla haykırır. Bu davranışlar yeterince—ne çok fazla ne de çok az—hayranlıkla karşılanırsa, ilerde yerlerini sağlıklı bir teşhir içgüdüsü, gurur, ve özgüvene bırakırlar. Yani çocuk anne veya babasına heyecan ve gururla yaptığı bir şeyi gösterdiği vakit “Aa ne güzel yapmışsın, bravo sana” gibi olumlu bir tepkiyle karşılaşırsa kendine duyduğu güven, gurur anne baba gibi “yetkili bir makam” tarafından teyit edilmiş olur. Ancak çocuğun hayranlık uyandırma gereksinimleri tatmin olmazsa, yani ana babadan arzu ettiği, ihtiyaç duyduğu tepkiyi göremez, dikkatlerini çekmeyi başaramaz, veya olumsuz tepki alırsa o anda değersizlik ve güçsüzlük gibi sağlıksız duygular duyar. Bu deneyimler tekrarlanırsa değersiz bir öz benlik algısı kalıcı olarak oluşur. Dikkat çekme, hayranlık uyandırma iç güdüsü çocukken doğal yollardan tatmin olamadığı için, ilerde ısrar ve inatla dikkati kendine çekmeye, kendini teşhir etmeye çalışan bir kişilik oluşabilir. Hatta kişi alternatif olarak tehlikeli, yıkıcı ve kendine zarar verici yollardan bunları elde etmeye çalışabilir. Tehlikeli sporlara aşırı bağımlılık gösterebilir, abartılı davranışlar, jestler, tepkiler ve yaşam tarzı ile dikkat/hayranlık çekmeye çabalar.

Peki çocuğa nasıl sağlıklı şekilde hayranlık gösterilir? Her şeyden önce, her bebek ve çocuk için en hayati olan, en gereksinim duyulan, en güvenli hayranlık annesinin ona bakarken, onu dinlerken gözlerinde belirecek olan parıltının varlığıdır. İkincisi, her çocuk belirli bir yaşa kadar kendini olağanüstü güçlerle donanmış gibi hisseder. Sadece kendisinin değil, ana babasının da mucizelerle donatılmış olduğuna inanır. Örneğin, iki yaşındaki bir çocuk, her sabah kendisini uyandırmak üzere odasına girip perdeleri açan annesinin “güneşi doğdurduğuna” inanır; sonsuz gücü olan babasının isterse yağmuru durdurabileceğinden emindir. Ancak 4-5 yaşlarına doğru annesi perdeyi açmasa da güneşin yine doğduğunun farkına varır, babasının yağmuru durduramadığını görür. Yaşam süreci içinde kendiliğinden, doğal olarak, yavaş yavaş gelen, dolayısıyla çocuğun kaldırabileceği bu “hayal kırıklıkları” onun realiteyle tanışmasını kolaylaştırır. İşte daha kendinin olağanüstü olduğuna inandığı devrelerde annesinin gözbebeklerinde göreceği parıltı, çocuğa kendisinin çok özel ve değerli olduğuna dair bir ayna vazifesi görür; böylece kendisinin doğuştan inandığı bu gerçek teyit edilmiş olur. Ama ana-baba çocuğa kendisinin özel ve olağanüstü olduğu hissini vermez, hatta onda doğal olarak var olan inancı söndürmeye, çocuğa vaktinden önce “realiteyi” kabul ettirmeye çalışırsa, doğal süreçte hafif hayal kırıklıklarıyla kendiliğinden, azalarak yok olacak ve yerini sağlıklı bir özgüvene bırakacak olan inanç ve duygular öylece ham, işlenmemiş bir şekilde donar, ve ömür boyunca bu arkaik durumda kalır. Örnek olarak, dört yaşındaki bir erkek çocuğun “ben Süpermen’im” diye ortalıkta dolaşması üzerine ve anne veya babası ona “Hayır, o sadece film kahramanı, gerçek değil; sen Süpermen değilsin” diye vakitsizce gerçeğe davet etmeye zorlayan cevabı verilebilir. Çocuğun içinde kalan olağanüstü olduğuna dair inanç, sağlıklı çevre tepkileriyle doğal olarak azalıp, yerini yüksek bir özgüven duygusuna bırakacakken, ilk haliyle kalır. Çocuk yetişkin olunca, psikoloji biliminde narsist diye sınıflandırılan kişilik yapısına sahip olur. Sürekli olarak, her ilişkisinde çocukluğundaki olağanüstülük inancının teyit edilmesi beklentisiyle yaşar. Olağanüstü güçlerle donatılmış olduğunu, dolayısıyla başkalarından üstün olduğunu göstermek ve ikna edebilmek için çırpınır. Öz benlik değeri hep dışardan gelecek hayranlık algısına bağlı kalır, bunlar eksildiği vakit kişi kendini yapayalnız, değersiz adeta bir hiç olarak görür, derin depresyona sürüklenip intiharı bile düşünebilir.

Empati

Ayna tutmanın içerdiği ikinci kavram olan anlamak veya empati, annenin çocuğu ile duygusal uyumlama içinde olması demektir. Anne (veya çocuğa birinci derece bakan kişinin) çocuğun ihtiyaçlarına uyum göstermesi çok önemlidir. Yukarıda belirtildiği gibi, bebek kendisini annenin bir uzantısı gibi hisseder. Anne buna uygun olarak, bebek doğduğu andan itibaren kendini unutup, tamamen bebeğinin ihtiyaçlarına endeksleneceği ruhsal ve fiziksel bir duruma gelir. Bu şartlarda anne ve bebek tek bir vücut gibi, sadece bebeğin maddi ve manevi gereksinimlerinin zaman ve türüne göre yaşarlar. İdeal şartlarda, anne bebeğin ne vakit kucağa alınma, ne zaman yalnız kalma ihtiyacı içinde olduğunu anlayıp davranışlarını ona göre yönlendirirse bebekle empati kurmuş olur, yani kendini bebeğin yerine koyup onun ne tip gereksinim içinde olduğunu anlamaya çalışarak, tatmin eder. Aynı şekilde, bebek mutsuz, huzursuz, isteksiz göründüğünde, veya aç olduğunda annenin bebeğin gereksinimleri doğrultusunda karşılık vermesi sağlıklı bir empati sayılır.

Onaylama

Çocuk büyüdükçe, empati işlevinin şekli de değişir. Çocuğun hareketliliği artıp, çevresindeki sınırları zorlamaya başladıkça anne baba ona empati göstermekte zorlanabilirler. Bu bizi doğal olarak ayna tutmanın üçüncü kavramına, yani doğrulamak/onaylamak bölümüne getiriyor. Çocuğun olumsuz duygularını da olumlu duyguları kadar anlamağa çalışmak ve bu anlayışı çocuğa belirtmek çok önemli. Çünkü yoğun olumsuz hislerin varlığı çocuğu ürkütür; çocuk kendi olumsuz duyguları ile ne yapacağını, nasıl başa çıkacağını bilemez. Bu hisleri anlayıp, isimlendirip, kelimelerle ifade etmek de ana-babaya düşer. Örneğin, çocuğun boyadığı resmi göstererek elde etmeye çalıştığı hayranlık gereksinimi annenin gözünden kaçabilir, çocuk olumsuz hisler içinde bir köşeye çekilip sessizce somurtmaya başlar. Ancak anne bunun farkına varıp, onun yanına giderek “Evet, bana bir resim yaptın. Demin meşguldüm, daha erken bakamadığım için sen üzüldün, belki bana kızgınsın, çok üzgünüm. Resmin çok güzel olmuş” gibisinden çocuğun hislerini ona tercüme eden, ve anladığını ortaya koyan bir davranış sergilerse çocuk anında kendini anlaşılmış, olumsuz duyguları onaylanmış gibi hisseder. Annesinin kıymetli vazosunu yere atıp kıran veya küçük kardeşinin üzerine çıkıp oturan iki yaşındaki çocuğa annenin anlayış göstermesi zordur. Bu durumlarda kullanılan sınırlamalar, cezalar ne olursa olsun, bunların yanında mutlaka çocuğun duygularını anlayış ve onaylama eksik olmamalıdır. Annenin olumsuz duygular içinde olduğu bu gibi durumlarda çocuğa uygun cezayı verdikten sonra “Vazoyu kırman beni çok üzdü, şu an sana çok kızgınım. Biliyorum sen de üzgün ve pişmansın ve sana ceza verdiğimden ötürü bana kızgınsın..” gibisinden iletişim kurmaları çocuğun anne babasının kendisinden nefret ettiği duygusu içine girip, kendinin nefret edilecek biri olduğunu düşünmesini önler; anne babasının kendisine çok kızgın olduklarının ama sevgilerinin hala sürdüğünü görür. Çocuğun gözünde kendi duygularına bir nevi geçerlilik kazandırır. Çocukların öz benlikleri ana babalarıyla olan etkileşimleri yoluyla şekillendiğinden, ana-baba çocuğun olumsuz duygularını tanımayı reddederse, çocuk onları benliğine entegre edemez ve böyle hisler duyduğu için kendini suçlar.

Özet olarak, özgüven gibi hayatî önemi olan bir psikolojik faktörün sağlıklı veya sağlıksız olması, bebeklikten itibaren anne babanın çocuğa tutacağı aynadan yansıyanlara bağlı. Eğer çocuk bu aynada hayranlık, kendi duygularının yansıması/tercümesi ve onların onaylanmasını görürse öz benliğinin iyi olduğuna inanır; öz güveni yüksek olur; sevilmeye değer biri olduğuna inanır; ve bunların bir sonucu olarak da doğuştan kendinde var olan potansiyeli yaşamı boyunca serbestçe kullanır, sever, çalışır, tatmin edici ve mutlu ilişkiler içinde bir yaşam sürer.

_____________________

Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isterseniz, benimle iletişim sayfasından veya ocalnilgun@gmail.com adresinden temasa geçebilirsiniz.