Kişi çocukken çevresinde, özellikle kendisi için hayati önemi olan kişilerle (anne baba veya çocuğun bakımını üstlenen kişi) deneyimleri yoluyla kendi realitesini oluşturur. Başka bir deyişle, kendisi, dünya, ve insanlar hakkında temel fikirlerini oluşturur.
Çevre, yani çocuğun bakımını üstlenenler çocuğun temel ihtiyaçlarını (örneğin, güvenlik, istikrar, öngörülebilirlik, sevgi, kabullenilmek, empati, vs.,) tatmin edici bir tarzda karşılayamazsa, çocuk bu çevrede yaşayabilmek, hayatta kalabilmek için bir takım uyumsuz düşünce ve davranış tarzları benimser. Örneğin, eğer çocuğa bakan kişi, çocuk herhangi bir istekte bulunduğu, ihtiyacını belirttiği vakit olumsuz tepki gösterirse, çocuk bir süre sonra, o kişinin sevgisini kaybetmemek, terkedilmemek için isteklerini içine tıkmayı öğrenir. Başka bir deyişle, istekleri belirtmenin tehlikeli bir davranış olduğuna inanarak büyür.
Bu duyumsama ve düşünme stilleri hasta küçükken, hastanın o zamanki donatımlarıyla, ve çevresine uyum sağlamak amacıyla kazanılmış, o şartlar içinde hastaya fayda sağlamış, ayni zamanda da hastanın kişiliğinin ögeleri haline gelmiştir. Kişi o zaman için faydalı olan bu davranış şekillerini, algı ve duygu tarzlarını, yetişkinlik evresine gelince, zihinsel ve duygusal becerilerinin artmasına karsın, çevresi ile ilişkilerinde de kullanmaya devam eder.
Küçük yaştaki davranışların, yaklaşımların yetiskinlerarasi ilişkilerde kullanılmaya devam edilmesi, doğal olarak uyumsuzluk ve beraberinde gelen iletişimsizlik, kişinin kendini ortamına yabancı ve de kendini (sebebini bilemeden) yalnız hissetmesi ile sonuçlanır. Hasta ancak bir klinik psikologdan yardım almaya karar verdiği zaman bu davranış, algı, duygu ve düşünce tarzlarının uyumsuzlukları, zararları ve de geçersizlikleri su üstüne çıkar.